2 Nisan 2008 Çarşamba

28. Hafta Panaroması


Bu Haftanın Panaroması farklı bir kalemden geldi . Emre Ocakoğlu haftanın olaylarını değerlendirdi :

Haftanın Şark Kurnazı - 19.45 'te lideriz !!!

Birkaç haftadır köşe yazarlığına soyunan Tunç Bozacılar bu hafta yazısını yetiştirememiş olacak ki alışıldık köşesinde değil. Zira bu hafta kendisi Mehmet Topuz’un sakatlığını bildiği halde Engin Gürses arkadaşımıza saat 19.45‘te Topuz’un sakat olduğunu söylerken, "herkeste var, o yüzden bu saati bekledim" diye Nuri Alço gülüşleri atmıştır.

Fakat lig TV’den maç izleyen arkadaşların da bildiği gibi goller oldukça, iyiler mutlaka kazanmış ve Mehmet Topuz’lu kadrolar bu oyuncudan sıfır çeke çeke, bir bir Tunç’u geride bırakmıştır. Sporun barış ve kardeşlik olduğunu unutan Sayın Machiavelli Tunç’a saygılarımı sunar, Editörümüz Engin Gürses arkadaşımızın izniyle haftanın yorumlarına geçebilirim.

Bu hafta liderlik yarışında açık ara önde olan Engin Gürses’in üst üste kötü performansı izleyicilerin dikkatinden kaçmadı ve Beşiktaş gibi kendisi de son haftalarda liderliği Seçkin Köksal’a bırakır mı soruları sorulmaya başladı. Halit Başbuğ ve Emre Ocakoğlu haftanın lideri olmamakla beraber istikrarlı gidişlerini sürdürmekteler. Haftanın bir diğer heyecan verici olayı ise Gökhan Tavukçu’nun kendisinden beklenmeyecek bir performans yaşamasıyla ve Seçkin Köksal’ın kaleye çok uzak bir mesafeden; Anadolu yakasından attığı golü kalesinde görmesiyle uzun süredir elinde tuttuğu 2.liği Seçkin Köksal’a kaptırmış olmasıdır. Mahmut Aras’ın bu haftaki başarısı ise 4.lük yolunda geriden gelmenin avantajını yakalayarak önümüzdeki haftalarda kıran kırana bir mücadelenin habercisi olmuştur.

Spor Dostluk, Barış ve Kardeşliktir :)

1 yorum:

Tunç Bozacılar dedi ki...

İnsanı şekillendiren unsurlar vardır. Ailesi şekillendirir insanı... Öğretmenleri şekillendirir. Çevresi şekillendirir. Taa ki kendi kendini şekillendirecek olgunluğa ulaşıncaya kadar... Ondan sonra kendisi kendine bir yol çizer. Bu yol, çok müstakildir, çünkü sadece ona aittir. Ya ulaşamazsa... Ulaşamazsa artık o menfaatleri gereğince önyargı rüzgârları estiren çeşitli grupların, siyasi partilerin, basının, medyanın ve bilhassa televizyonların elinde oyuncaktır artık... Ulaşanların kendilerine 'koymadığı' önyargılar, kendilerine has önyargılar oluşturmadıkça güzeldir ama aksi takdirde onun da ötekinden farkı kalmaz. Ulaşamayanları ise en baştan bir şekilde önüne çıkan 'önyargı duvarları' hayatları boyunca dört duvar arasında bırakır. Gelişemezler. Ona 'öcü' olarak gösterilen düşüncelere sahip herkese, bulaşıcı hastalığı olan biri gibi bakar ve kaçar köşe bucak...

Şekillenmenin hemen ardından ortaya çıkan önyargı, olumlu da olabilir; olumsuz da... Yani karşımızdakini (bu bir kişi, fikir veya herhangi başka bir şey olabilir) peşinen 'kötü' de sayabiliriz; 'iyi' de... Bu davranış biçiminin ikisi de kötüdür; çünkü ikisinin de bizi hayal kırıklığına götürebilme ihtimali vardır.

Mesela toplumumuzda çok yaygın bir önyargıyı ele alalım. Engelli vatandaşlarımıza karşı önyargı... Zekâ engelli bir insana 'deli' deyip çıkan bir başka insanla 'aklını kullanma' ve 'düşünebilme' açısından ne kadar fark vardır? Bilinmez. Birçoklarının başaramadıkları şeyleri başardıkları halde hâla onların hakkında 'acaba yapabilir mi?' diye düşünen insanların sayısı az değildir. Çünkü onun kafasında 'ben yapamıyorsam, o hiç yapamaz.' önyargı örümceği çoktan ağlarını örmüştür.

Önyargılara karşı önyargım var benim... İnsanı, insan sevgisinden uzaklara fırlatıp atan, karşısındaki insanı, fikri ya da herhangi başka bir şeyi tanımak için çaba göstermek yerine çeşitli yollarla o 'şey' hakkında beynimizde yer eden ve çoğunlukla da yanlış bütün ön bilgileri ön plana çıkartıp ona göre hareket etme hali... Bir çeşit yürek ve beyin tembelliği... Bir çeşit örümcek kafalılık... Birilerinin sandığı gibi 'prensipli' olmak değil; tam aksi 'prensip sahibi olmama'nın ortaya çıkardığı sonuç...

Bir de bu gibi insanların genelleme yapma hastalıkları depreşmeyegörsün... Onun için herşey, görmek istediği gibidir. Onlar yüzünden insanlar, inançlarını, düşüncelerini söyleme konusunda, ifade etme konusunda tereddüttedirler. Çünkü hata yapmak, insana mahsus birşeydir ama yapılan hatadan sonra ne gariptir ki kişi değil o kişinin mensup olduğu inanç, fikir veya sosyal grup suçlanıverilir ve yafta hemen yapıştırılır. "Zaten bunların hepsi böyle..." Hatta insanlar hakkında, kıyafetlerine göre, saç ve bıyık biçimlerine göre ve hatta adlarına göre hüküm verenlerin olduğu bir toplumda yaşamanın zorluğunu düşünebiliyor musunuz?

Böyle bir durumda siz düşüncenizi açıkladığınızda eğer karşınızdakinin sizin sahip olduğunuz fikre karşı bir önyargısı varsa siz isterseniz kütüphanelerce kitap okuyun, engin bir kültüre sahip olun; o insana zerre kadar birşey veremediğiniz gibi, sahip olduklarınız da bir anlam ifade etmez. Çünkü paylaşılamayan ve böylece yaşanamayan birikim, var olsa ne olur, olmasa ne değişir?

Kendi muhasebesini yapma gibi bir derdi olmayan, kendi yerine başkalarını ölçüp biçerken 'kendi gözündeki merteği görmeyip başkasının gözündeki çöpü gösteren' insanın, eşref-i mahluk olduğunu düşünmek, inanın, içime sinmiyor. Yıllar önce bir şiirimizde söylemişiz ya...
BEN

Ben... bir havanda dövülen‚
Un ufak, perişân nesne!
İnsan, deyip de övülen;
Sen her an uyu ve esne!!
***

Önyargı diyerek kısaca ifade ettiğimiz 'hayatı dar kalıplar içinde görme ve bu kalıplarla çevremizi değerlendirme hastalığı'ndan kendimizi ne kadar kurtarabilirsek o kadar iyi ve o kadar yolumuz açık... Unutmayın ki hiçbir şey mutlak mükemmel değildir ve olamaz da ama ana amacımız ona ulaşmak olmalıdır.